28 Eylül 2017 Perşembe

Müslümanın Düşünme Problemi: Ameller Niyetlere Göredir ya da Ağaçları Neden Sevmeliyiz?

@hamakırsalı

1922'de TBMM kürsüsünün arkasında "Onlar işlerini istişare ile yapar"
 ayeti. (Şura 38) Ayetin "parlamenter demokrasi"ye işaret olarak 
yorumlanma örneği.


Bismillahirrahmanirrahim

1

İşkenceye niçin karşı olmalıyız, gayrimüslimlerin ibadet hakkını niçin tanımalıyız, hayvanları niçin korumalıyız, ilim ve fenle niçin iştigal etmeliyiz, kadınlara niçin zulmetmemeliyiz ve daha çoğaltabileceğimiz birçok soru. Basit gibi gözüken ama bir o kadar çetrefilli ve aynı zamanda fevkalede ehemmiyeti haiz sorular. Vereceğimiz gerçek ve dürüst cevaplar; varlığımızı, kimliğimizi, düşün dünyamızı oluşturma sürecinde yapı taşları olacak, şimdiye kadar olduğu gibi. Çünkü yanıtlarımız eylemlerimizin ardındaki hakiki motivasyonları, gerçek niyetlerimizi ortaya koyacak ki bunlar da aslında varlığımıza dair en temel meseleye açıklık getirecek: Müslüman gibi düşünebiliyor muyuz? Bu sorunun da üzerinde durduğu temel şu ki: Müslüman gibi inanabiliyor muyuz?

Modernizmin/Aydınlanmanın somut sonuçlarına o kadar odaklandık ki zihnimizi, düşünce tarzımızı, yargılama ve karara varma sürecimizi bir bütün olarak kendi egemenliği altına almasını hep pas geçtik. Modern çağda Müslümanca yaşamayı sorguladık; kamusal alanın bölüşümünden kılık kıyafet mevzusuna kadar. Ama Müslümanın Müslüman gibi düşünme problemini çok az gündem ettik. Oysa Müslüman gibi düşünemeyenin Müslüman gibi yaşama ihtimali yoktur. Zahiren Müslüman gibi yaşıyor gözükse dahi yoktur. Namazın tüm şartlarını yerine getiren ama sadece en başında namaza niyet etmeyen biri; ibadet etmemiş, yalnızca belli süre eğilip kalkmış olacağı gibi, Müslümanca düşünmeyen bir zihnin fiilleri de kulluk dairesinde olamaz. Bu düşünme problemi, başta da belirtildiği gibi temel bir inanç problemidir. Aydınlanma (Dini), tüm ritüelleri, ibadethaneleri ve hatta akaid metinleriyle karşımızda. İlk uydurma din de değil sonuncusu da olmayacak, bizi ilgilendiren kısmı da bu değil aslında. Hegemonik, mütecaviz ve dogmatik doğası bizlerin asıl meselesi. Bu insanlık tarihinde öyle bir çığır ki daha önce hiçbir batıl, insanların nasıl düşünmesi gerektiğine dair bu denli yoğun bir egemenlik ve otorite sağlayamamıştı. 

2

En başta sorulan sorular rastgele seçilmiş değildi elbette, içlerinde “faizden niçin uzak durmalıyız”, “alkolden niçin kaçınmalıyız” gibi modern dünyanın barışık olduğu meseleler yok. Bilhassa, modern değerlerle İslam’ın vaaz ettiği ya da men etttiği şeylerin en azından kısmi olarak kesişim gösterdiği mevzular. Yakından dikkatlice bakıldığında bu kesişim kümesinin çok dar hatta zannedilen birçok konuda hiç olmadığını görsek dahi; zahiren ve yüzeysel olarak değerlendirdiğimizde, misalen modern değerler işkenceyi kabul etmezken İslam da “müsle”  olarak isimlendirdiği işkenceden mü’minleri sakındırıyor. Hayvan haklarına ve doğanın korunmasına dair modern dünyada yükselen bir aktivizm varken İslami kaynaklarda da bu yönde birçok uyarı ve teşvik var. 

İlginçtir, Şeriatın en temel kaidelerinin seslendirilmesinden rahatsız olanlar, laiklik yahut liberalizmin kerametlerinden şüphe duymayanlar; mevzu (görüntüde) modern değerlerle uyumlu İslami kaidelere gelince, bunları argümanlarına sos olarak katmakta hiçbir beis görmüyor. Ancak İslam, yemeğinize katacağınız tuz, ortamı güzelleştirmek için kullanacağınız bir süs değildir. İslami kaideler bizatihi zamanı, mekanı ve varoluşu şekillendirir. Ondan başka bir temel yoktur, her şey ona amadedir. İslam, bölünebilecek ve bir kısmı alınıp diğer kısmı atılacak bir şey değildir. Sorun yalnız sekülerlerin “kullanışlı” buldukları İslami değerleri istismarı değildir, bu ikincil bir konu. Asıl olan samimi Müslümanların düşünme problemidir ki yazının asıl meselesi de onlar. 

Amelleri riyadan korumak ne kadar mühimse modernist motivasyonlardan korumak da o kadar mühim. Modern bir aktivist mi olacaksın yoksa düz bir mü’min mi sorusu, basit bir slogandan fazlasıdır. Mü’min ve mü’minelerin asli olarak iki görevi vardır: Murad-ı İlahiyi aramak ve Rıza-ı İlahiyi kazanmak. Allah ne murad etmiştir ve onun rızasını kazanmak için neler yapmalıyız  meselesi Müslüman zihnin yegane ve şaşmaz odağıdır. Her fiilimiz bunun ürünü olmalıdır. Tüm büyük İslam medeniyetleri bunun üzerine kurulmuş ve her birinin muvaffakiyeti de burada saklıdır. Hayvanları korumak için kurulan vakıflar, ortaçağın büyük ilim merkezleri, insanın kıymetine dair tasavvuf büyüklerinin sözleri, ehli kitaba karşı gösterilen “tolerans” ve daha fazlası; ulemanın, umeranın, meşayihin ve sıradan halkın Rıza-ı İlahi peşinde koşmasının neticesidir. Motivasyonlarının ilahi kelamda saklı olmasının sonucudur. Bu şekilde ancak Allah’ın muradı doğru anlaşılabilir ve gayrimüslime gösterilen toleransın aslında “gayrimüslimle mü’minin eşitlenmesi” olmadığı, ilimle iştigal etmenin “faydasız ilimlerle” alakalı olmadığı anlaşılır.

3

Peki ya bugün ahvalimiz nasıl? “Avrupa’da yükselen bir hayvan hakları ya da doğa aktivizmi var, bizim neyimiz eksik, hem bu konuda hadis de var” şeklinde özetlenebilecek, nirengi noktasını İslam değil modernizmin oluşturduğu tutum zannettiğimizden daha yaygın. (İşin daha karmaşık yanı ise bunu diyen kişinin düşün dünyası yakından incelendiğinde, bir bilgi kaynağı olarak hadis külliyatlarıyla probleminin ortaya çıkmasının da oldukça yüksek bir ihtimal olması.) Bu da Müslümanların son iki asırdır yaşadığı kaosun, kafa karışıklığının, öz değerleriyle düşünememenin, yabancılaşmanın bir parçası. Oysa kendi değerlerine dönen bir Müslüman, Rıza-ı İlahiye ulaşmanın yanında çok daha berrak bir zihne ulaşırken, yeni bir medeniyetin tohumlarını da ekebilecek. Açıkça söylemeliyiz ki çözüm bulmak için adım atabilelim: bilgiyle, bilgiyi kavrayışımızla, bilgiyi yorumlayışımızla ilgili ciddi problemlerimiz var. Modernist bir motivasyonla hareket edip bunu “İslamileştirmeye” çalışmak da bu problemlerin en önemlilerinden biri. 

Bunu bazı örneklerle açmak arzusundayım. Rıza-ı İlahi peşindeki bir Müslüman, İslam’da ehl-i kitabın korunan haklarını “zimmilik” temelinde ve bağlamında okur. Müslüman için Avrupa’nın “din ve vicdan özgürlüğü” bir mesele değildir, reform/laikliklik/din özgürlüğü Avrupa’nın kendi tarihsel şartları ve çizgisi içinde çıkmış Avrupalı kavramlardır. Müslüman zihnin inşasında bunun yeri olamaz. Hristiyan özgürce kiliseye gidebilmelidir çünkü “çağımızın vaaz ettiği şey çoksesliliktir” mi yoksa “İslam ehl-i kitaba sorumlulukların yanında, bazı haklar da tanımıştır” mı? Doğru cevap ikincisi, ancak birçoklarının zihnindeki temel itici güç birincisi. Ondandır ki İslam Şeriatında ehl-i kitaptan alınacak cizye yahut gayr-i müslimin Müslümanla eşit olmaması, birçok “Müslüman” için, misafir geldiği zaman arka odalara saklanan, dolaplara gizlenen bir şey gibidir. Ondan bahsedilmez ya da bu çağda yeri olmadığı söylenerek bahsedilir. İşin önemli ve ilginç boyutlarından biri de tarih sahnesinde, farklı İslam toplumlarında ehl-i kitaba yönelik ortaya çıkan bazı kısıtlayıcı uygulamalar ki bunlar Peygamber (sav) döneminde uygulanmamıştı. Mesela Hz. Ömer (ra) zamanında toprakların genişlemesiyle Hristiyanlar hilafet toprakları içinde çoğalınca, Müslümanların üzerinde kültürel-dini bir etkiye sebep vermemeleri gayesiyle yeni yasaklara maruz kaldılar yahut Osmanlı döneminde olduğu gibi kiliselerini yenilemelerinin engellenmesi, bineğe binmelerinin/silah taşımalarının yasaklanması, Yahudilik-Hristiyanlık arasındaki ihtidalara izin verilmemesi gibi örnekler vardır. Bunlar "maslahat" gereği dönemin otoritelerince getirilmiş uygulamalardır ve berrak Müslüman zihnin nasıl olması gerektiğini fevkalade biçimde göstermektedir. Ehl-i kitabın hak ve hukukunun korunuyor olması, geçmiş tertemiz nesillerimize (Allah onlardan razı olsun) zimmilik kavramının özünü — yani Müslümanın üstte olduğu hiyerarşi, unutturmamıştır ve eylemler bu sofistike mantık  ve Rıza-ı İlahi çerçevesinde gelişmiştir. Oysa bugün genelde cahilane biçimde "ehl-i kitabın hak ve hukukunu" Batı karşısındaki eziklikten dolayı dile getirenlerin, kimin rızasını almaya çalıştığı ortadadır. “Yahudinin cenazesi geçerken ayağa kalkan peygamber” figürü konjonktürel olarak kullanışlı geldiği için bugün fazlaca alıntılanmaktadır, peki aynı Peygamberin Beni Kureyza, Beni Kaynuka Yahudileriyle olan münasebetleri neden göz ardı edilir? Rıza-ı İlahiden başka rızaların peşinde koşmak, kendine Müslüman diyenleri nasıl bir “parçalı İslam’a” götürmektedir işte somut örnekler. Başta sorduğumuz her soruyu bu şekilde açmak ve hakiki Müslüman bakış açısıyla iğdiş edilmiş zihinlerin farkını ortaya koymak gayet mümkündür. 


Hülasa, niyet olmadan hiçbir ibadet olmayacağı gibi, sağlam bir inanç ve ona göre şekillenmiş düşünme faaliyetimiz olmadıkça da fiillerimiz Allah için olmayacaktır. Müslüman bir zihnin temel motivasyonu ve nirengi noktası Allah’ın rızasıdır. Etrafımızda hızla dönen dünyada kimilerinin ayağı kaymakta kimileri ise ayağının kaydığını farketmemektedir. Aydınlanma değerlerini kendi için -bilinçli ya da bilinçli olmayarak- esas kabul edenler ve sanki vicdan azaplarını giderici bir merhem gibi İslami kaynakların ortasından çekip çıkarttıkları bir alıntıyı da bu karmaşanın içine boca edenler, ayaklarının nasıl kaydığını farketmeyenlerdir. Yükselen deizm/ateizm tehlikeleri bu düşünme, algılama, yargılama, kavrama problemlerinden ayrı olarak ele alınamaz. Müslümanların zihin dünyasının ilahi kaidelere dayanması şarttır — sonradan eklenen İslami kılıflara değil. Ve untulmamalıdır ki ağaçları, Allah onları bu dünyaya bir ziynet ve ayrıca maişet kaynağı olarak yarattığı için sevmeli, korumalıyız.