29 Kasım 2017 Çarşamba

Bid'at ve Mevlid Bağlamında Günümüz Selefi Söyleminin Çıkmazları

Fahruddin Ahmed Owaisi
Çeviri: @hamakirsali


Bismillahirrahmanirrahim
Not: Bu yazı Fahruddin Ahmed Owaisi'nin A Critique of Contemporary Puritan/Salafi Discourse On the Issue of Mawlid And its Classification as Bid'ah isimli akademik çalışmasındaki bazı bölümlerin çevirisidir. Owaisi öncelikle selefilerin bid’at algılayışındaki boşlukları ve bu kavramın selefilerin düşündüğünden çok daha karmaşık olduğunu örneklerle anlatıyor ve her yeniliğin kötü/din dışı olmadığını gösteriyor. İkinci kısımda ise özel olarak Mevlid hususuna eğilip -geçmişteki Selefi alimler de dahil- ulemanın ekserisinin Mevlidi “güzel bir çığır” olarak değerlendirdiğini ve dahası Şeriattan da bu mübarek geceyi delillendirdiğini örneklerle açıklıyor. Geniş bir araştırmanın sonucu olan ve tartışmalı bir konuyu çok güzel izah eden bu yazıdan, her meşrep ve mezhepten Müslüman, önyargısız biçimde okuduğu takdirde, istifade edebilir.  Dipnotlar ve kaynakça orijinal makalede yer alıyor. Mevlid Kandiliniz mübarek olsun


1. BİD'AT

a. “Her Bid’at Dalalettir” Hadisi

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, çokça bilinen “bid’at hadisinde” mü’minleri şöyle uyarır:

Yeniliklerden sakının, çünkü her yenilik bid’at ve her bid’at dalalettir (sapıklık).

Peygamberden (s) bizlere ulaşan bu ve benzeri rivayetlerdeki bid’at kavramının nasıl algılanması gerektiğiyle ilgili ciddi fikir ayrılıkları var. Bid’atın ayırt edici yanı nedir? Peygamber (s) “her bid’at dalalettir” derken ne kastetmiştir? Hadiste bu denli kınanan ‘yeniliğin’ sınırları nelerdir? Peygamber (s) gerçekten İslam kavrayışımız ve uygulayışımızda zamanla ortaya çıkacak tüm yenilik ve gelişmeleri mi reddetmiştir?

Selefi/Vehhabi alimler bu hadisi en geniş anlamıyla kabul ederler. Onlar için bid’at “Peygamberin (s) devrinde olmayan, dine dair her yeni uygulama”dır. Ancak ilginçtir, en zahirci Selefiler dahi hadisi şerh ederken “dine dair” notunu düşmeyi unutmazlar, en büyük iddiaları “Kur’an ve Sünnette olanı harfiyen uygulamak” olmasına rağmen, hadisin anlamını bu şekilde daraltırlar. Oysa hadis metni “her ‘dini yenilik’ dalalettir” değil, “her ‘yenilik’ dalalettir” demektedir. Olabilecek en kapsamlı  anlamıyla kabul edildiğinde dini ve dünyevi her yeniliğin dalalet olduğu sonucu çıkar, ancak yedinci asırdaki hayat tarzı yok olduğu ve onu diriltmek de imkansız olduğu için hiçbiri bu şekilde yorumlamamıştır.

Dolayısıyla, bu hadiste kastedilen mananın ve onun uygulamasının kaçınılmaz sınırları vardır.  Bid’at tartışmalarında çokça anılan “Bugün, dininizi kemale erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım.” (Maide/3) ayeti dahi vahyolunan son ayet değildir, ondan sonra birçok ayet nüzul olmuştur.

Büyük muhaddis İbn Hacer el-Askalani bid’at hadisinin şerhinde şöyle der:

“Her yenilik dalalettir sözüyle kastedilen şey: Şeriattan, genel ya da özel bir kaideyle, desteklenmeyen yeniliktir.”

Endülüslü müfessir Kurtubi yine aynı rivayetteki bid’at kavramının “Kur’an, Sünnet ve sahabe pratiğiyle” çelişen yenilikler için olduğunu söylemiştir.

Bir diğer muhaddis İmam Nevevi, “her bid’at” ifadesiyle kastedilenin “çoğu bid’at” olduğunu söyler (ki birazdan örneklerini de vereceğimiz üzere birçok farklı hadis rivayetinde böyle ifadeler görmek mümkündür). Ancak Şeriatla desteklenen ve Müslümanlara fayda sağlayan yeniliklerin hadisin kapsamı dışında olduğunu belirtir. Bu görüşünü desteklemek için de Hz. Ömer’in (ra) cemaatle teravih kılınmasına “ne güzel bir bid’at” demesini örnek verir. Eski ve yeni alimlerin ekserisi de yenilik hususunda İmam Nevevi’ye katılmışlar ve Peygamber’in (s) devrinde olmayan bir şeyin direkt reddi yerine, öncelikle Şer’i standartlara göre değerlendirme yolunu seçmişlerdir.

Şunu vurgulamalıyız ki hadiste (ve diğer ayet, hadislerde) geçen “kull” (her) kelimesi illa “mutlak bir genellik” ifade etmez. Kur’an ve sünnette birçok böyle genelleme içeren ifade vardır ki. Bunlardan bazıları şöyle:

  • Şüphe yok ki siz, ve Allah’tan başka taptıklarınız cehennem odunudur.” (Enbiya/98)
Bu genel ifadeye rağmen, tüm müfessirler birlik etmişlerdir ki; Hristiyanların, Allah’tan başka taptıkları İsa (as), Meryem (as), melekler ve kutsal kişiler cennet ehlidir ve bu genellemenin dışındadır.

  • Kalbinde zerre kadar kibir olan cennete giremez” (Sahih Müslim 5/91)
Bir Müslüman ne kadar günahkar ya da ahlaksız olursa olsun er ya da geç cennete girecektir, bu yöndeki pek çok sayıdaki ayet ve hadise dayanan ulema bu sonuca varmıştır. Ancak yukarıdaki hadis başka bir şey söylemektedir. Ulema bu hadisin şerhinde demiştir ki kalbinde kibir olanlar cennete erken girmekten mahrum bırakılacak olanlardır, kibir imanına zarar vermediyse er ya da geç cennete girecektir.

  • Mekke’de hiç kimsenin silah taşıması mübah değildir.” (Sahih Müslim 4/111)
Bu genel emre rağmen, İmam Malik, İmam Şafii gibi ilk dönem fakihleri gerektiğinde Mekke’de silah taşınabileceğini söylemişlerdir. Suudi Arabistan’daki günümüz selefi alimleri de bu görüşü benimsemiştir. Bu alimlere göre hadiste kastedilen “ihtiyaç olmadığı zamandır”, Sahabe ve Peygamber (s) Mekke’yi fethettiğinde silah taşımışlardır.

Özetle, onu sınırlandıran alakalı diğer hadisleri gözardı ederek “bid’at hadisinin” zahiri ve genel anlamını kabul eden Selefi bakış açısının hadis usulünde yeri yoktur. Bilinen bir ilkedir; sahih hadisler (görünürde) çeliştiği zaman, bu zıt rivayetlerin arası bulunur ve bunlar tek bir kaynaktan gelen tek bir hadisi oluştururlar.


b. “Güzel Bid’at” Hadisi

Peygamber Efendimiz (s) buyurmaktadır: 

“Kim İslam’da güzel bir çığır (sünnet-i hasene) açarsa (sanna) açtığı çığırın ecri ve kendisinden sonra, onunla amel edenlerin ecirleri, sevaplarından hiçbir şey eksilmeden ona aittir. Kim de İslam’da (Müslümanlar içinde) kötü bir çığır açarsa, açtığı çığırın günahı ve kendisinden sonra onunla amel edenlerin günahları, günahlarından bir şey eksilmeden ona aittir.”

Gayet açık ki Peygamber (s) iyi ve kötü yenilikler arasında bir ayrım yapıyor, ve Müslümanları iyiye teşvik edip kötü yeniliklerden alıkoyuyor. Bid’atı; iyi ve kötü, uygulanabilir ve uygulanamaz şeklinde ayıran fakihler de fikirlerine temel olarak bu hadisi kullanmakta. Sünnet-i hasene hadisi, “her bid’at dalalettir” rivayetini tahsis etmektedir.

Selefi görüşü temelinden çürüttüğü için, Selefi alimler bu hadisi genelde görmezden gelmekte ya da çeşitli zorlama açıklamar sunmaktadır. Örneğin Selefi alim Al-Uthaymin “iyi bir çığır açmak”tan kastın, “yenilik çıkarmak” değil “bir sünneti ihya etmek” olduğunu iddia etmiştir. Ancak hadis üstünkörü incelendiğinde dahi bu açıklamanın safsatadan ibaret olduğu gözükür:

Birincisi, Peygamber (s) “benim sünnetim” ifadesini kullanmamaktadır. İkincisi, cümledeki sanna fiili çığır açmak, yenilik yapmak, ihdas etmek gibi anlamlara gelirken ihya etmek anlamı yoktur. En önemlisi ise şayet hadiste geçen “güzel bir çığır”dan kasıt Peygamber’in (s) eylemleriyse, “kötü bir çığır”dan kasıt da Peygamber’in (s) eylemleri olmalıdır! Yani hadisin Selefice tercümesi “Kim benim iyi bir amelimi ihya ederse ödüllendirilecek, kim de kötü bir amelime ihya ederse cezalandırılacaktır.”!

Birçok sahih rivayet de göstermektedir ki sahabiler, Peygamberden (s) sonra Peygamber’in (s) yapmadığı ya da özel olarak yapılmasını emretmediği birçok uygulamayı; “güzel bir çığır” ilkesiyle yapmışlardır.

c. “Peygamber Bunu Yaptı Mı?” Argümanı

Selefi söylem temel olarak “Peygamber (s) bunu yapmadı”, “Peygamber (s) mevlid kutlamadı” gibi delillere dayanır. Peygamberin (s) bir şeyi yapmamasından “yasak” anlamı çıkarırlar. Oysa İslam fıkhında bu asla mutlak bir yasak anlamına gelmez ve delil kabul edilmez. Peygamberin ve sahabenin, üzerine özel bir yasak koymadığı ama aynı zamanda yapmadığı şeylere “terk” denir. Mesela Peygamber (s) Kur’anı başka bir dile çevirmemiş ya da file binmemiştir, ama bunlar yasağın kanıtı olamaz. Hatta ulema, bir konuda yasak getirmemesinin o işi mübah saymak için yeterli olacağını söylemiştir.

Selefi hareketin fikir babası İbni Teymiyye dahi Peygamber’in (s) bir şeyi terketmesini iki kategoride inceler: birincisi, ihtiyaç olduğu halde Peygamberin (s) bir şey yapmaması ki bu yasak anlamına gelir. İkincisi ise Peygamber’in (s) devrinde ihtiyaç olmadığı için bir şeyin yapılmaması, bu her hangi bir yasağa delil teşkil etmez. Bu açıklamayla İbni Teymiyye Kur’anın mushaf haline getirilmesi ve başka dile çevrilmesi, cemaatle teravih kılınması, hadislerin toplanması gibi Peygamber (s) sonrası döneme denk gelen “yenilikleri” delillendirir. 

Daha da ilginç olarak İbni Teymiyye şöyle der:

Biz Sünnet ve bid’atı ayırıyoruz. Ve sünneti; Şeriattan delillendirilebilecek her eylem olarak görüyoruz ki Peygamberin bunu kendi yapmış olması, veya onun devrinde gerçekleşmiş olması, veya kendi tarafından ve onun devrinde yapılmamış olması farketmez.

Örneğin Mevlid konusunda Selefiler “Eğer bunda bir fayda olsaydı Peygamber (s) bunu yapardı” diyorlar. Oysa sahabe döneminde buna ihtiyaç yoktu, Peygamber (s) varlığıyla zaten her gün onların yanındaydı. Ancak sonraki nesillerde bu tarz anma ihtiyaçları ortaya çıktı. Son devir fakihlerinden Mısırlı Mutevelli al-Darsh mevlid hakkında fetvasında şöyle der:

“Hicri yedinci asırda, artık insanlar dünyevi şeylere çok daha fazla gömülür oldu, Şeriatı yaşamak seyrekleşti. Bunun için ulema, beşeriyet tarihindeki bu müthiş olayı insanlara hatırlatmak için bunu fırsat olarak gördü. Bu anmalarla, Müslümanlar Peygamberlerine (s) dair hafızalarını tazeliyor.”

Ne Peygamber (s) ne sahabe (r.anhum) dünyevi işlere kendilerini fazla kaptırmıştı, ne de Peygamberi  (s) hatırlamaya ihtiyaçları vardı çünkü Peygamber (s) zaten onlarlaydı. Günümüz Selefi alimlerinden Cemaladdin Zaraboza bu mantığı , örnekte göreceğiniz gibi, başka konularda işletmektedir:

“Bazı kısıtlayıcı sebeplerden dolayı Peygamberin kendi zamanında yapmadığı şeyler var. Örneğin Kur’anı bir araya getirmedi. Çünkü yeni ayetler nüzul oluyordu ve bu ancak ölümünden sonra mümkün oldu. Kısıtlayıcı sebep ortadan kalktığında, bunları yapmanın zararı yoktur.”

2. MEVLİD

İlk resmi mevlid kutlamaları Fatımi Mısır’ında hicri 362’de başladı. Ancak Fatımileri yıkıp Mısır’ı egemenliği altına alan Sünni Eyyubiler Şii dönemden kalan birçok kutlamayı kaldırırken, Mevlid merasimlerini bitirmedi, aksine himaye etti. Sünni ulema muhtemeldir ki Mevlid’i -Fatımi kökenine rağmen- güzel bir bid’at olarak gördü. Fatımi devrinde İskenderiye’nin önde gelen Maliki fakihlerinden olan Muhammed bin el-Velid Tartuşi bu dönemde ortaya çıkan bid’atlara dair müstakil bir kitap hazırladı ancak epey kabarık olan listeye Mevlid kutlamasını eklemedi. Birçok Sünni alim gibi, onun da Mevlid’i kınanacak bir bid’at olarak görmediği anlamına gelmektedir.

İslam dünyasında Mevlid kutlamaları çoğaldıkça, bu işin meşruluğuna dair sorgulamalar da arttı. Bu kutlamalar, teknik anlamıyla “yenilik”ti. Ancak halk ve ulema, peygamber aşkının en üst seviyelere çıktığı bu kutlamaları destekledi. Mevlid, “bid’ah hasene” yani güzel bid’atın en iyi örneklerindendir. Ünlü muhaddis Ebu Samah (h. 665) mevlid kutlamalarını “zamanımızda ortaya çıkan en güzel yenilik” olarak nitelemiştir. Ebu Samah aynı zamanda Sünniler arasında Mevlid kutlamalarını yaygınlaştıran, Selahaddin Eyyubi’nin eniştesi ve Erbil emiri Muzaffereddin Gökböri’den bahsetmektedir. İbni Teymiyye’nin talebelerinden Zehebi, Gökböri için şunları yazmıştır “İyi ve mütevazı bir adamdı, sünnetin takipçisiydi, fıkıh ve hadis alimlerini severdi.” Yine Selefi temayülleri olan İbni Kesir Gökböri’yi yüceltmiş ve örnek bir davranış olarak “Mevlid için 300 bin dinar harcamasından” bahsetmiştir.

Mevlid kutlamaya cevaz veren büyük alimlerden bazıları şunlardır; İbnü’l Cevzi, İbn Dahyah, İbni Kesir, Takuyiddin Subki, İbni Abbas el Rundi, Zeyneddin el Iraki, İbnü’l Cezeri, İbn Hacer el-Haytemi, Osmanlı şeyhülislamları, Şeyh Veliyullah Dehlevi ve daha birçoğu.

Ancak bu kadar alim içinden en öne çıkan İmam Suyuti’dir, bu konuda “Mevlid Amelindeki Güzel Maksat” ismiyle detaylı bir fetva yazmıştır. Sonuç olarak bunun bir “yenilik” olduğunu ancak, temelini sünnetten alan övülmeye değer bir yenilik olduğunu söylemiştir:

Mevlid — yani insanların bir araya gelip Kur’an okuması, Peygamberin (s) doğumuna ve çocukluğuna dair rivayetleri dinlemesi, ikram edilen yemekleri yemesi ve ayrılması, tamamen takdire şayan bir yeniliktir, ve kutlayan kişiye mükafat olarak döner.

İmam Suyuti, muhaddis İbn Hacer el-Askalani’nin benzer fetvasından da alıntı yapar:
Şeyhülislam ve muhaddis Ahmed bin Hacer el-Askalani’ye mevlidle ilgili soru sorulmuş ve o şu cevabı vermiştir: 
Amelin ortaya çıkış zamanı itibariyle bakarsak bu selefte örneğini görmediğimiz bir bid’attır/yeniliktir; ancak hem övgüye değer hem de eleştirilesi yanları vardır. Yalnızca bu övgüye değer, iyi yanları alınıp olumsuz tarafları bırakılırsa güzel bir bid’attir. 
Ayrıca bana göre, bunun Buhari ve Müslim’de geçen sahih bir kaynaktan delili de vardır: Peygamber (s) Medine’ye geldiği zaman, Muharrem’in 10. gününde oruç tuttuklarını gördü. Bunun sebebini sorduğundan o günün Allah’ın Musa (as)’ı kurtarıp, Firavun’u boğduğu gün olduğunu ve buna şükretmek için tuttuklarını söylediler. Peygamber bunun üzerine “Biz Musa’ya sizden daha yakınız” dedi. (Kendi ve ashabı da oruç tuttu) 
Buradan çıkarılacak sonuç şudur ki Allah’ın bize verdiği nimetlere yahut üzerimizden kaldırdığı zorluğa karşı şükrümüzü her yıl tekrarlanan belli günlerde gösterebiliriz. Allah’a şükran değişik biçimlerde gösterilebilir; oruç, sadaka, Kur’an okuma gibi.” [Ayrıca unutulmamalıdır ki kendisine niçin Pazartesi oruç tutulduğu sorulduğunda Efendimiz “Ben o gün doğdum, o gün ilahî vahye mazhar oldum” cevabını vermiştir. ç.n.]

İmam Suyuti ayrıca Sahih Buhari’de geçen şu rivayeti aktarır: 
‘Abbas bin Abdülmuttalib, ölmüş olan Ebu Leheb’i rüyasında görmüştür. Halin nasıldır diye sorulduğunda Ebu Leheb: ‘Cehennemdeyim ama her pazartesi azabım azaltılıyor ve parmaklarımdan çıkan suyu içebiliyorum, çünkü Peygamberin (s) doğum haberini getirdiğinde  kölem Süveybe’yi azat etmiştim. 
Ebu Leheb gibi, Kur’an’da lanet edilen bir kafir dahi, Peygamberin (s) doğduğu gece sevindiği için cehennemde ödüllendirilirken, yalnız Allah’a ibadet eden ve Peygamber’in (s) doğumu için mutluluğunu ifade edip  bunu göstermeye çalışan bir Müslümanın durumu ne olur!? Hayatım üzerine yemin ederek söyleyebilirim ki bunun mükafatı; kerim olan Allah'ın o kişiyi, sonsuz rahmetiyle, cennetine koymasıdır.

İbni Teymiyye Mevlid’i “sonradan çıkarılan kutlamalar” listesine aldıysa da İktida eserinde Mevlid için şöyle demektedir:
“Hristiyanların İsa (as)’ın doğumunu kutlamasını taklit etmek için, veya peygamber aşkından ve ona duyduğu hürmetten dolayı bu yeniliği çıkardılar. Bid’atlar için değil ancak bu sevgileri hürmetine Allah onları mükafatlandırabilir. Bir kişi Peygamberin (s) doğum gününü övebilir ve o günü bayram gibi geçirebilir, ve muhtemeldir ki bunun için muhteşem bir mükafat alır.”

Salat-ü selam, Efendimizin, ailesinin ve ashabının üzerine olsun,