3 Aralık 2017 Pazar

Yeni Selefilik ve Tasavvuf Düşmanlığı



Bismillahirrahmanirrahim
Selam hidayete uyanlara olsun…



Bir tarafta Müslümanların ehl-i küfür tarafından zulme uğradığı, diğer taraftan içeriden ehli bid'at eliyle karıştırıldığı, her anlamıyla fetret ve cehalet devri 21.yüzyıl… Zihinlerin iğdiş edildiği, nesillerin dini hassasiyetlerinin yok edilmeye çalışıldığı, kimin neye inanacağının, kimi takip edeceğinin karmakarışık hale getirilmeye çalışıldığı zamanlar… Hilafetin ilgasından sonra sahipsiz kalan Müslüman coğrafyasının daha da karışması, birlik olamaması için geçmişte izine pek rastlayamayacağımız birçok fırka ve fikir akımı son yüzyılda faaliyet göstermeye başladı. Modernistler, Ehl-i Kur'an ( Kuraniyyun, mealciler) ve İslam’ın altın nesili olan olan ilk 3 asıra dönme niyetinde bulunan Selefiler. İşte cehalet devri dediğimiz bu asırda ilmin zayıflaması, doğru ile yanlışın birbirine karışması saf müslümanların bu fırka ve fikir akımlarından etkilenmesine, aldanmasına sebep oluyor. Bu fikir akımlarının tamamını bir yazıda anlatamayacağımız ehlince malumdur. Haklarında yakın tarihte yazılmış ciltlerce eser mevcut. Bu bağlamda biz yazımızda özellikle yeni selefilik hareketi ve onun panzehiri olan tasavvufa karşı açılan savaşı inceleyeceğiz.

Günümüzde yeni selefilik ile ehl-i sünnet arasındaki mücadele aslında bir eski-yeni mücadelesidir. Bugün görünürlüğü iyice artan bu akımı anlayabilmek için İslam tarihini iyi bilmek gerekir. Yeni selefilik, dini metinleri lâfzî okumaya tutan, o lafızların da manalarını yanlış anlayan kimi ehli hadis âlimlerden beslenen bir ekol. Ortaya çıkışı ve ne gibi süreçler geçirdiğini incelemek için biraz eskiye gitmek gerekir: Yeni selefilik, ilk bakışta kendini selefe isnad eden yani, “En hayırlı nesil benim dönemimde yaşayanlardır. Sonra onları izleyenler, sonra onların ardından gelenlerdir.” hadis-i şerifinde en hayırlı nesiller oldukları haber verilen ilk üç kuşağın (Sahabe, Tabiin, Tebe-i Tabiîn) yaşantısını örnek aldığını söyleyen bir akım olarak gözükmektedir. Çıkış noktası ilk bakışta gayet samimi, temiz gözüken bu akımın Müslüman coğrafyalar üzerinde Şia kadar yıkıcı bir etki yarattığı ise aşikârdır. Günümüzde kendi içinde onlarca fraksiyona ayrılmış olan bu yeni nesil akımın etkilendiği tarihi süreci incelediğimizde karşımıza iki üç ayrı dönem ve şahsiyet çıkmaktadır.

İlk olarak, aynı bugünkü selefilerin iddia ettiği gibi tek amacı en hayırlı ilk üç asıra, yani selefe, dönmek olan İbni Teymiyye ve talebesi İbni Kayyım'ın, yaşadıkları dönemde çok tepki çeken ve İslam tarihinde çoğu ilk kez ortaya atılan fikirlerinin bu akımın temel dayanağı olduğunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz. Öncelikle belirtmek gerekir ki İbni Teymiyye ve takipçilerinin en belirgin özelliği; kendilerine göre doğru gördükleri her meseleyi Selefe atfederek saf Müslümanların kafasını karıştırmak. Kitaplarının başında iddia ettiği şeye ortasında itiraz ettiği, sonunda ise bambaşka şeyler söylediğine çok sık rastlanır. Bu noktada detaya girip okuyucunun dikkatini dağıtmak istememek ile beraber; tevhidin üçe bölünmesi, Kur’an’da, Sünnette, hatta Arap dili ve belagatinde mecazın olmadığı gibi uçuk iddialar, selefin hiç te'vil yapmadığı gibi hezeyanlar bu şahıstan türemiştir. Zaten kendi çağdaşları tarafından oldukça sert eleştiriler almış, fikirlerine karşı ehli sünnet ulema tarafından sayısız reddiyeler yapılmıştır. Hayatının büyük kısmı da bu fikirlerinden dolayı sürgünde geçmiştir. Ölümünden sonra bir süre talebelerinin devam ettirmeye çalıştığı fikirleri gerek ehli sünnet âlimlerin gerekse de İslam halifelerinin yerinde tepkileriyle uzun yıllar boyunca Müslümanlar üzerinde etki oluşturmamıştır. Fakat 18. yüzyıl sonlarında Osmanlı'nın kendi içinde yaşamaya başladığı karışıklıklar, günümüze kadar ortadan kaldırılamayan büyük bir fitnenin ortaya çıkmasını engelleyememiştir: Muhammed ibn Abdülvehhab ve Vehhabilik akımı.

İbn Teymiyye'nin ortaya attığı fikirlerden farklı olarak devreye siyasetin de girdiği bu ikinci süreç kendinden farklı düşünen insanları tamamen ötekileştirerek genel kabul görmüş kelam okullarını, tasavvufu, mantık ilmini, taklidi şiddetle tenkid etmiş ve ehli sünnet dışına atmıştır. Gerek Suud Devleti'nin kurulmasındaki etkin rolü, gerekse de -selefilere göre yok olması için çok mücadeleler verdiği- bid'at ve hurafelerin yerine ortaya koyduğu kendi tevhid akidesi ile Muhammed ibn Abdulvehhab önemli bir figürdür. Sözde dini saf haline dönüştürmeye çalışan Vehhabilik, bid’at diye nitelendirdiği her türlü yeniliğe ama özellikle de tasavvufa karşıydı. Hatta kendilerince bid’atçi, hatta mürted olarak gördükleri Osmanlı yönetimine karşı da cihat edilmesi gerektiğini savunuyorlardı. Bulunduğu coğrafyada 1979 Kâbe baskınına yol açacak kadar derin bir etki bırakan bu akım yeni selefiliğin dayandığı en temel noktalardandır. Bugün tekfiri dilinden düşürmeyen, iman ile küfrün ayrımını bile yapacak ilmi birikime sahip olmayan gençlerin ortaya çıkmasındaki en büyük sebep bu akım ve takipçilerinin, Suud hükümetinin de inanılmaz maddi desteğiyle, dünyanın her tarafında sürdürdüğü yayılmacı faaliyetlerdir. Mevcut İslami anlayışların seleften koptuğunu, tasavvufun ilk çıkış noktasından ayrılarak tamamen bid'at ve şirk yuvasına döndüğünü, yüzyıllarca ehli sünnetin gövdesini oluşturan Eş'arilik ve Maturidilik akımlarının ehli sünnet dışı batıl fırkalar olduğunu iddia ederek cahil avamın kafasını karıştırmak ve yanlarını çekmek için her türlü aksiyonlarda bulunmuş ve bulunmaya devam etmektedirler. Bu bağlamda yüzyıllardır ehli sünnet eliyle yürütülen cihad hareketlerini de görmezden gelerek bu farzı sadece kendilerine has gösterip hareketlerinin en baş noktasına almışlardır.

Üçüncü olarak daha reformist görünmekle beraber yaşadıkları dönemlerde etkiler bırakan fakat günümüzde selefilerin bile çok fazla dikkate almadığı ve ciddi eleştiriler getirdiği Efgani - Abduh - Reşit Rıza ekolünü görmekteyiz. İbn Teymiyye’den etkilenmiş olmakla beraber, usul olarak çok farklı bir yol izlemişlerdir. Bu çizgi itikadi sahada kelam âlimlerinin kullanmış oldukları metodlara karşı çıkmamakla beraber, tek bir mezhebe mensubiyeti reddetmişler, mezhepleri Müslümanları ayrıştıran bir şey olarak görüp birleştirme eğilimindedirler. Ama bizim yazımızı ilgilendiren kısmı, bu ekolün takipçilerinin iş tasavvufu eleştirmek olduğunda tamamen devreye girmiş olmasıdır. Mucizeyi reddeden bir zihniyetin kerameti kabul etmesi beklenemez tabii ki. Marifetullah, nefs terbiyesi, mürid mürşid ilişkisi, seyri sülük gibi kavramlar bu ekol için Müslümanların son yıllarda geri kalmasının sanki tek sebebidir! Belki bu ekolü ve takipçilerini de başka bir yazıda anlatırız.

Son olarak belki biraz da özellikle selefi cihad hareketlerine fikir babalığı yapan Mevdudi - Seyyid Kutup çizgisine değinmemiz gerekir. Bugün yeni selefiliğin bayraktarlığını yapan, bu akıma en çok adam kazandıran El-Kaide ve küresel cihad stratejisinin belki de en temel çıkış noktasını oluşturur bu fikriyat. Temel olarak İbni Teymiyye çizgisinde olmakla beraber özellikle Afgan cihadı sırasında tüm Müslüman coğrafyada ses getirmiş bir harekettir. Yerimizin kısıtlı olması sebebiyle belki cildler dolusu kitaplarla ancak anlatılabilecek bu süreci burada noktalayıp yeni selefiliğin yayılma sürecinde izlediği yolları ve özellikle yapılan tasavvuf düşmanlığını ikinci bölümde ele alacağız.

Tasavvuf nedir ? Nasıl Bir Önem Arz Eder ?

Tasavvufun ehli tarafından yapılmış belki binlerce tarifi vardır. Tasavvuf, meyve ağaçlarıyla lebaleb dolu bereketli bir vadi, nefisleri tezkiye eden, ruhları yücelere taşıyan Rahman’ın rızasına erdiren büyük bir yoldur. Kişiyi yakin mertebelerine ulaşmayı temin ettiği için dinin bir rüknü ve tamamlayıcı parçasıdır.  İbnü Zerruk rahimehullah şöyle der: “Tasavvuf; kalpleri ıslah etmek ve o kalpleri Allah Teâlâ’nın dışındaki bütün her şeyden temizleyip, sadece Allah Teâlâ’ya yönlendirmek için var olan bir ilimdir. Tıpkı fıkıh ilminin doğru bir şekilde amel etmek ve toplumun nizamını korumak için hüküm ve hikmetleri ortaya çıkarmak, kelam ilminin akideyi, burhani deliller ile temellendirmek; tıp ilminin insan sıhhatini muhafaza etmek; nahiv ilminin de lisanı hatadan korumak için olması gibi.”

Tasavvuf, ilim ve amelden sonra dinin üçüncü rüknü olan ihlâsı ifa etmektedir. Bu da dinin ancak tasavvufla kemale erebileceği anlamına gelmektedir. İşte bu yüzden tasavvuf ilminde terakki etmek herkes için vaciptir. İmam Gazali rahimehullah: “Tasavvuf ilmini öğrenmek farz-ı ayndır, çünkü nebiler dışındaki herkesin kalbi maraz ve ayıplarla mübteladır” demiştir. 

Peki, tasavvuf sadece insanları tekkelerde zikir çekmeye çağıran, ruhban hayatı yaşamalarını isteyen bir şey midir ? Tabi ki hayır. Tasavvuf aynı zamanda bir cihad mektebidir. İmam Rabbanilerin, Yavuz Sultan Selimlerin, Abdulkadir Cezayirilerin, Osman Fodyoların, Ömer Muhtarların, Şeyh Diyaüddinlerin, Şamil Basayevlerin ve isimlerini buraya yazamayacağımız binlerce mücahidin yetiştiği okuldur. Toplumun her alanında söz sahibi olan, yetiştirdiği insanlar ile devletlere yön veren, ehli sünneti bir arada tutan en önemli birleştiricidir tasavvuf. Tasavvuf ve tarikat demişken burada bir ek bilgi vermekte fayda var. 19. yy. sonunda İstanbul'da yaşayan müslüman halkın yüzde 95'inin bir tarikata intisaplı olduğu söylenir. Kalan yüzde 5'e ise insanlar deli gözü ile bakarmış. Varın siz anlayın tasavvufun bu toprakların insanında ne kadar önemli bir yerde olduğunu.


Burası önemli: bütün bid’at fırkaların el birliği yapmışçasına tasavvufa saldırmalarının sebebini anlayabiliriz artık. Toplumu bir tutan yapıyı bozmak tam da onların isteyeceği bir şeydi. Bu kaleyi yıkarlarsa artık amaçlarını tam anlamıyla gerçekleştireceklerdi. Neden bu kadar saldırı altında olduğu, münferid şeriatsızlıkların veya usulsüzlüklerin nasıl tüm tasavvuf ehline mal edilmeye çalışıldığını görüyorsunuzdur sanırım. Yanmaz kefen, şeyhin bindiği araba, yeğeninin oturduğu koltuk ve daha birçoğu. Amaç, Müslüman coğrafyaları bir arada tutan en önemli kalelerden birisini sarsmak, insanların gözünde değersizleştirmek ve karışan zihinlere hemen kendi fikirlerini zerk etmek. Konuyu daha fazla uzatmadan bu kadar önemli bir yapıyı bozmak, avama ulaşmak için yeni selefilik ne tür yollar izledi gelin son bölümde bunu inceleyelim.


Yeni Selefilik


Yeni selefilik akımı ülkemizde ve diğer müslüman coğrafyada son 20-30 yıldır "Sahih hadis benim mezhebimdir, işte Kütüb-ü Sitte elimizde, Ahmed b. Hanbel'in Müsnedi, İmam Malik'in Muvattası ortada iken bir müslümana körü körüne bir mezhebi taklid etmek haramdır" görüşü ile yayılmaya çalıştı. Tabi bu görüş müslüman coğrafyalardaki ilim ehli tarafından şiddetli şekilde tepki gördü. Onlarca reddiyeler yazıldı. Merhum Ramazan El Buti'nin "Mezhepsizlik Dinsizliğe Götüren En Büyük Bid'attir" eseri bunlardan sadece birisi idi. Avamı, yüzyıllardır takip ettiği dört hak mezhepten ayırmaya çalışan, itikadi olarak ise selefe dönelim diyip sahip oldukları tecsim, teşbih inancını insanlara kabul ettirmeye çalışan bu hareket tabii ki beklediği ilgiyi ilk zamanlarda görmedi.

Ülkemizde Said Yarbuzi ve benzeri kişiler ile yürütülen yayılmacı politika her zaman arkasında Suud'un maddi manevi desteğini görmesine rağmen ilk girişiminde ciddi şekilde çuvallamıştı. Çok sonraları bizzat kendi ağızlarıyla “kendimizi bir mezhebe nispet etmeyerek çok büyük bir hata yaptık” deseler de ilk kurşun boşa gitmişti. Tabi ki bunun en büyük sebebi dini hassasiyeti olan halkın çoğunun bağlı olduğu ehli sünnet tarikatların uyarıları ve kimi ulemanın tepkisel duruşu idi.


İlk girişiminde çuvallayan yeni selefi hareket gözünü, Osmanlı'nın son döneminde bozulan tekkeleri, sapık şeyhlerin yaptığı ehli sünnete aykırı hareketleri, bireysel kişilerin ham sofuluklarını genelleyerek ve insanların gözüne sokarak, fikriyatlarının yayılmasını engelleyen tasavvufa dikti. Ve bu noktada çok enteresan bir yol izlediler. Kendilerinin tekfir ettiği, uzlaşmaları normalde mümkün olmayan bir çok fırka ile iş birliği yapmışçasına ortak hareket etmeye başladılar. Tasavvufa düşmanlık söz konusu olunca hadis inkârcısı, mealci, Harici, Kemalist, hatta ve hatta Şia tandanslı dernek ve gruplarla aynı ağzı paylaşıp tasavvufa ve tarikatlara saldırmaya başladılar. Çünkü çok iyi bildikleri bir şey vardı ki Müslüman coğrafyada, Ortadoğu, Balkanlar, Kuzey Afrika dâhil, kendi düşünce sistemlerinin karşısında yüzlerce sene dimdik duran en önemli yapı tasavvuftu, tarikatlardı. İşte bu tasavvuf düşmanlığı kimi zaman kendi akidelerinden ödün vermelerine sebep olsa da özellikle son 10 yıldır devam etmekte. Ama Allah'ın nasip etmemesi, ehli sünnet camianın dik ve kararlı duruşlarıyla bu ikinci girişimlerinden de çok fazla yayılma şansı bulamadılar. Ellerinde son bir çare kalmıştı: Cihad.

1979 yılı Müslümanlar için çok önemlidir. Cuheyman Uteybi ve Suud İhvanı tandanslı arkadaşlarının yapmış olduğu Kâbe baskını, Humeyni'nin İran'da yaptığı devrim ve Sovyetlere karşı Afgan cihadının başlaması… Genel olarak Müslümanlarda heyecan oluşturan bu olaylarının ortaya çıkardığı düşünce sistemi yeni selefilik için daha fazla insana ulaşmak için kaçırılmaz bir fırsattı. Örneğin bunu tipik Hanefi-Maturidi olan Taliban hareketinin içine girerek bir nevi başardılar. Diyobendi ekolünden gelen, tasavvuf ile yakından alakalı bir toplumda ciddi akide ve menhec değişikliğine sebep oldular. Devamlı farklı Müslüman coğrafyalarda yeni cepheler açmak suretiyle değişik toplumlara ulaştılar. Denize düşen yılana sarılır düsturunca zorda kalmış insanlara fikirlerini empoze etme şansı bulmuşlardı. Bunun en net örneğini ülkemizi de yakından ilgilendiren Suriye Kıyamı ile gördük ve görmeye devam etmekteyiz. Ülkemizde yeni selefilik ile tanışan gençlerin çok büyük kısmı 2011’den sonra bu akımla hemhal olmaya başladı. Bir yandan sosyal medya üzerinden yapılan ciddi propaganda faaliyetleri, diğer yandan belli başlı yayınevleri ile ücretsiz dağıtılan kitaplar ve kurulan onlarca dernek… Belki devlet nezdinde çok büyük bir tehdit olarak algılanmasa da gün geçtikçe bu ülkenin içine sızmaya çalıştıkları çok net bir gerçek. Kitlelere ulaşmada en başarılı oldukları yol cihad. Bu başarıda şüphesiz İslam ümmetinin başsız olmasının yanında çoğu tasavvuf ehlinin kendilerini dünyadaki gerçeklerden soyutlaması da etkendir. 

Sonuç olarak günümüz İslam dünyasının içinde bulunduğu krizler, seküler hayatın getirdiği problemler, ilmin azalması, tarikatların güncel meselelere uzak durması gibi etkenler, altın nesil dediğimiz pak selef döneminin bire bir yaşanmasını isteyen, lafızların manalarını problemli anlayan ve anladığı manayı kesin doğru kabul ederek çözümler üretmeyi amaçlayan yeni selefi (püriten) anlayışın Müslüman coğrafyalarda etkili olmasına yol açmıştır. İbni Teymiyye’nin tahkim ettiği Hanbeli-Selefi çizginin karşısında yüzyıllarca duran tasavvufi geleneğin de bu bağlamda savaşılması gereken en önemli düşman olarak görülmesi çok normal gözükmektedir. İslamın deruni idrakini, marifetullahı hiçe sayan bu anlayış kendine engel olmak isteyen bütün yapıları yıkmak için elinden geleni yapmaya devam edecektir. Bize düşen görev geçmişten her zaman dersler çıkartarak ilim, amel, ihlas sac ayağına sımsıkı sarılmak ve ehli sünnet vel cemaat saflarından ayrılmamaktadır. 

Allah ayaklarımızı sıratı müstakim üzere sabit kılsın. Son nefesimizi kamil iman üzere vermeyi nasip etsin. Selam hidayete tabi olanlara olsun. Son sözümüz salat ve selam, son duamız da elhamdülillahi Rabbi’l alemindir.